Erkin Ünlü

Software Engineer

İki Tip Fikir Üzerine

Posted on January 21, 2020

Herkese merhaba,

2020

Kısa süre önce felaket bir on yılı geride bırakarak yeni yıla girdik. Ümitli başlayan 2010'lar pek yüzümüzü güldürmeden hızla aktı geçti. Neredeyse dünyanın sorunsuz hiç bir ülkesi kalmadığı gibi, varolan tüm sorunlarımız katmerlendi, karmaşıklaştı. Örneğin daha demokratik yaşamlarımız olacağına, dünyanın her yerinde çeşit çeşit otokrat demagog gücü ele geçirdi. Bilişim teknolojisi bizi birleştirmek ve iletişim kalitemizi artırmak yerine her sözümüzü dinleyip reklam satmaya ve hatta yalan haberleri ölçeklendirmeye karar verdi. Sosyal güvenlik ağları dünyanın her yerinde zayıfladı, fakirler daha fakir, zenginler çok çok daha zengin olurken, batı toplumlarında artık emekli olamayacak nesillerden söz edilmeye başlandı. İklim krizinde neredeyse son düzlüğe girdik ve nedense hala kimsenin umrunda değil. Dünyada inanılmaz bir göç dalgası halen devam ediyor ve küresel eşitsizlikler azalmadığı sürece de devam edecek gibi görünüyor.

İşin garip tarafı aslında bu sorunların çoğunu çözecek donanımda fikirlerimiz ve çözümlerimiz var. Ama nedense iş o fikri kamuya kabul ettirmeye gelince bir türlü istenenler gerçekleşmiyor. Mesela eşitsizliğin sistemsel olarak azaltılması, iklim krizine karşı daha kapsamlı mücadele, fosil yakıtların kullanımının bırakılması, ekonomide yerelleşme, herkese genel gelir sağlanması, daha az üretim ve tüketim gibi gibi şahane fikirler seçmenler tarafından kabul görmüyor. Çoğunluk çok daha basit ve çoğu zaman içinde bulunduğumuz sorunları artıracak fikirleri tercih ediyor.

Bu garip durum son zamanlarda beni fikirlerin cinsleri ve algılanması üzerine düşünmeye itti. Neden bazı fikirler kulağa hoş gelse de kabul görmüyor? Fikirler mücadelesi olarak da ele alabileceğimiz insanlık tarihinde hangi fikirler yüzyıllardır varlığını sürdürebiliyor? Fikirlerin kabul edilebilirliği açısından yapabileceğimiz bir sınıflandırma var mı?

Mesela, iklim krizi çok değil belki bir otuz kırk sene içinde dünyayı yaşanamaz kılacakken (eldeki bilimsel verinin doğru olduğu kabul edildiğinde) dünyanın büyük kısmı tarafından umursanmıyor hatta bir yalan olarak nitelendiriliyor, fakat diğer yandan nasıl oluyor da (sözde) serbest değiş tokuş ekonomik sisteminin ve sonrasında kapitalizmin en doğru ve en mükemmel düzenleri sağlayabileceğine insanların çoğu iman edebiliyor?


Lafı uzatmadan konuya getireyim, burada bahsetmek istediğim temel sınıflandırma, temelden yukarı (bottom up) fikirler ve tepeden inme (top down) fikirler olarak adlandırılabilir. Ve burada savunacağım tez de, temelden yukarı fikirlerin insanlar tarafından daha kolay kabul gördüğü, diğer yandan tepeden inme gelen fikirlerin ise pek beğenilmediği olacak. Bu konuyu tartışma sebebim de bu sınıflandırma sonuçlarının insanlığın gelişimi ve geleceği açısından önemli sonuçlar ortaya koyacak olması. Gelin iki fikir tipini de birer örnek vererek tanımlayalım.

Market

Temelden yukarı fikirlere örnek olarak, bir pazar yerini ve orada işleyen ufak çaplı ekonomiyi ele alabiliriz. Bir pazarın çalışması için aslında sadece bir kaç basit prensip yeterlidir: aynı üründen başka satıcıların da satış yapması ile dürüstlük , arz-talep ve değiş tokuş aracı. Yani insanların bir şeyler alma ihtiyacı bulunduğunda, dürüst olduklarında ve bu ürünleri alabilecek paraları olduğunda bir pazar kendiliğinden oluşuyor. Pazar hakkında düşünmek kolaydır, prensipler üzerinde deney yapmak basittir (çürük mal, istenmeyen bir ürün satmak ya da sahte para veya hırsızlık yapmayı denemek kolaydır). Bu tarz fikirler kendiliğinden organize olmaya açık sistemler yaratırlar, bir pazar bulunduğu bölgenin ihtiyacına ve nüfusuna göre büyüyebilir ya da yok olabilir. Dolayısıyla basit bir pazar yeri ekonomisi, temelden yukarı bir fikre örnek verilebilir. Tabii sonuç her zaman güzel olacak diye bir kural da yok, değiş tokuştan kolaylıkla insan ticaretine, oradan dünyanın tüm kaynaklarının tek pazara bağlanması gibi sonuçları milyonlar için felaket olan noktalara da evrilebilir. Ama özet olarak, basit ilkeler etrafında, kendiliğinden organize olabilen sistemler yaratan fikirlere temelden yukarı diyebiliriz.

Katedral

Tepeden inme fikir deyince yukarıdaki temel ekonomik fikrin ezeli karşıtı aklımıza gelse de, daha farklı bir örnek olarak ortaçağdaki katedral inşaatlarını düşünelim. Özellikle o dönemin teknolojik şartlarında bir katedralin yapımı yıllar alan bir projedir. Genellikle tek bir mimarın projesi olarak başlar. Mimar mümkün olduğunca binanın tüm ayrıntıları üzerine düşünür: tavanı kaç metre yükseklikte olacak, kubbesi olacak mı, kulesi ne kadar yükselecek, üzerindeki saat nasıl olacak, duvarların camları nasıl olacak, içeriye nasıl ışık girecek gibi onlarca, belki de yüzlerce soruya cevap verir. Normal bir insanın hepsini aynı anda kafasında tutup hesaplayabileceğinden daha çok kriter ve değişken mevcut. Mimar ne kadar yetenekli de olsa, her detaya asla hakim olamaz, yine de başka mimarlara, duvar ustalarına ve diğer işçilere insiyatif bırakmak zorunda kalır. Bu tarz projeler oldukça risklidir, yapması zor olan bir kule hem yıllar alabilir, hem de doğru yapılmazsa büyük kazalara yol açabilir (hatta doğru yapılsa bile bir sürü küçük kaza zamanın koşullarında kaçınılmazdır). Ama günün sonunda dünyadaki bazı problemler de böyledir, bir noktadan çok detaylı düşünerek çözüme gitmek gerekebilir. Sonuçta siz hiç bin tane mimar tarafından yapılmış bir katedral gördünüz mü?


Istanbul

Yalnız bu demek değil ki, tepeden inme fikirler hep kötü, temelden gelen fikirler de hep iyi. Buradaki fark, insan beyninin hangi fikir tipi üzerinde daha rahat düşünebildiği ve kabul edebildiği üzerine. Örneğin şehirlerin gelişimi, temelden gelen fikirlere örnek verilebilir. Klasik anlamda şehirler, insanların tarıma yada ticarete elverişli bölgelere yerleşmeleri ve zamanla bu yerleşimleri büyütmeleri ile ortaya çıkmıştır. Lakin bölgesel eşitsizlikler, bir noktadan sonra bazı şehirleri devasa nüfuslara taşıyabilir. Bu süreç de tamamen ilk prensiplere uygun bir şekilde gerçekleşir. Örneğin şehir büyüdükçe, oradaki ekonomik hareketlilik de artacağından daha fazla yatırımın o kente gitmesi normaldir. Fakat nüfus belirli bir noktayı geçtikten sonra, o şehirde yaşamanın bir zulme dönüşeceğini dünyada şu anda yazdığım dili konuşabilen herkes bilir. Bunun önüne geçmek için de tepeden inerek müdahale etmek, şehirlerin gelişmesine yön vermek gerekebilir.

Sosyal devlet tepeden inme fikirlere olumlu bir örnek olarak verilebilir. Sosyal devleti, devletin toplumsal yardımlaşmayı bir kaç seviye yukarıya soyutlayarak, toplumun ihtiyaç duyacağı teknik ve finansal çözümleri üstlenmesi olarak tanımlayabiliriz. Çoğu toplumda İkinci Dünya Savaşı sonrasında uygulanmaya başlanan sosyal devlet pratik ve ilkeleri ülkemizde bile bugün kırık dökük de olsa hala devam ediyor. Uygulayan ülkelerde eğitim, sağlık ve bazen konut ücretsiz olarak halka sunuluyor. Bunları sağlayabilmek için hem halka hem de özel sektöre ciddi vergi yükü getiriliyor ve tüm yönetim genellikle devletin bürokrasisi içerisinde gerçekleşiyor. Sonuç olarak aptal amrikanlar ve tersi durumdan zengin olanlar haricinde bunun kötü bir fikir olduğunu dünyada iddia eden var mı?

Veya Atatürk devrimlerini ele alalım. Ülkemizde tepeden inmeye belki de en çok bu devrimler üzerinden, Atatürk’e ve devrimlerine saldırmak için örnek verilir. Yok halka sormadı da, alttan gelen bir talep olmadı da vb. Peki bugün baktığımızda bu devrimlerin neredeyse tamamının yerinde ve çok gerekli değişimler olduğunu, yüzyılların karanlığından toplumumuzu bir nebze olsun aydınlığa taşıdığını kim inkar edebilir?


Hac

Ama yine de çoğu tepeden inme fikir insanlar tarafından şiddetle reddedilir. Neden? İlk olarak tepeden inme fikirler çok karmaşık problemleri çözmek için oluşturulur. Örneğin insanlığın kurtuluşu hem din ideolojilerinin hem de bir çok ekonomik ideolojinin konusu olmuştur. Bu kadar zor bir problemi çözerken, hata yapmamanız imkansızdır. En ince detayına kadar tasarlanmış çözümlerde bile her yerelliği öngöremezsiniz ve bazılarının ayağına basarsınız. Bu durumu düzeltebilmek için ya hata önemsiz bulunur ve yok sayılır (ki bu, o durumu daha kötüye götürür) ya da o özel durumu da kapsayabilmek için sistem biraz daha karmaşıklaştırılır. Haliyle, bu tarz sistemler insanların önsezileriyle kavrayabileceği basitlikte değildir. Bu özellik hem sistemin işe yaradığına olan inancı zedeler çünkü anlamadığınız bir şeyin çalıştığından emin olamazsınız, hem de sistemi yönetmeyi zamanla imkansız hale getirir çünkü yeteri kadar nitelikli insan bulamazsınız. Bu tarz çalışmayan sistemler, bir gün gürültülü bir şekilde yok olup gidebilirler.


Özetlemek gerekirse, temelden yukarı fikirleri basit prensiplere dayandıkları için anlamak kolaydır ve sezgilerimizle uyumludur. Örneğin insanlar herkesin eşit olması (tepeden inme) fikrini, (öyle olmadığı açık olsa da, başka bir temel olan) adalet prensibine aykırı bulurlar. Doğal olarak, daha çok çalışanın daha çok ödüllendirilmesi daha adil görünür. Fakat görülmeyen, bu basit prensip üzerinden kurduğumuz sistemin, bir noktadan sonra kazananın hep daha çok kazanacağı bir sisteme evrilmesinin çok kolay olduğudur. Dolayısıla sistem ilk başlardaki koşullarını sağlayamaz duruma gelir ve hastalanır. Zenginlerin ne suçu var diyen arkadaşlarınıza (zengin olmadığı halde zengin savunan tiplere selam!), az zenginlerden bahsetmediğinizi ama çok çok çok zenginlerin olduğu yerde adil bir yarışmanın da kalmadığını, dolayısıyla onların ilk bahsettiğimiz adalet prensibine karşı olduklarını söyleyebilirsiniz.

Iklim

Temel prensiplerden kansere dönüşmüş sistemler çıkması da tek sorunumuz değil. Benzer şekilde karmaşık, kansere dönüşmüş sorunları da temelden yukarı fikirlerle çözemezsiniz. Çünkü her ne kadar bu çözümler kendi kendine organize olabilme özelliğine sahip olsa da, bu ölçeklenme zaman alacaktır. İklim krizini ele alalım. Başka bir yazının konusu olabilecek büyüklükte olduğundan, şimdilik iklim krizinin temel sebebinin alışa geldiğimiz ekonomik sistemimiz olduğunu söylemekle yetinelim. Yani biz tükettikçe ve daha fazlasını istedikçe, dünyamızın bizi besleyebilme, yaşatabilme kapasitesini azaltıyor ve atmosferini ısıtıyoruz. Bu sorunun varlığını kabul eden bazıları, ne yazık ki çözümü gene sorunu ilk başta ortaya çıkartan temelden yukarı prensiplerle çözmeye çalışıyorlar. Örneğin, daha temiz enerji kaynaklarının ancak ve ancak daha ucuz olduğu zaman kullanmaya yatkınız, çünkü ekonominin temel prensibine uygun olmasını istiyoruz. Ancak daha ucuz bir yöntem bulunursa, insanların kendiliğinden, zamanla fosil yakıt tüketimini bırakacaklarını düşünüyoruz. Henüz ortada böyle bir ucuz ve temiz enerji biçimi görünmüyor. Daha doğrusu görünüyor ama kullanılabilmesi için büyük miktarlarda finansal getirisi olmayacak yatırıma ihtiyaç var. Bu büyüklükte yatırımlar, amacı kar etmek olan şirketler tarafından doğal olarak sağlanamaz. Bu ancak ve ancak devletlerin kendini bu sorunu çözebilmek için organize etmesiyle çözülebilir. Devlet buna para ayırır, araştırma geliştirmesini yapar, yeni teknolojilerle çalışacak insan kaynağını eğitir ve halk ile medya üzerinden iletişimini sağlar. Kulağa bayağı tepeden inme bir yöntem gibi geldi değil mi? Evet öyle ama bazı problemler de ancak böyle çözülebilir.


Maymun

İnsan beyni kendi varlığını sorgulayabilen şahane bir organ. Ama ne yazık ki mükemmel değil. Temel prensipleri kolayca kabul edebiliyor ama her şeyi çözdüğünü iddia eden büyük çözümleri (çözse dahi) pek sevmiyor ve kısıtlayıcı buluyor. Gelgelelim dünyadaki her problem de akla ilk gelen basit prensiplerle çözülemeyebiliyor. Bazı problemler çok zor, karmaşık ve sorunların çözümü için vakit de daralıyor. Belki de çıkış yolu, temel ile tepeyi birleştiren bir çizgide düşünebilmektir, ne dersiniz?